Geldi yaz ayları gevşedi gönül yayları mottosunun hakim olduğu bugünlerde, dizi piyasası, gerek final yapanlarla gerekse yeni sezonunun başlamasına saatler saydıranlarla epeyce hareketli.

Bendeniz, 1-2 sene öncesine kadar yaz aylarında dizi tercihimi çıtır çerezlik kategorisine koyabileceğim dizilerden yana kullanıyordum. Hani şöyle azıcık kafalar dağılsın, Afrika sıcaklarından kaçılsın gibi... Lakin gerek canım Orange is The New Black olsun, gerek bence süper giden Tyrant olsun, bunların sahalara merhaba demesiyle birlikte ortam epeyce şenlendi, adete bir kış sezonu bereketi yaşanmaya başlandı.

İşte nedense bir türlü adım atamadığımız 2015 yaz sezonuna bence en sağlam girişi yapan, ünlü yönetmen M. Night Shyamalan'ın da baş yapımcı olarak imza attığı Wayward Pines, bu tezimi ciddi anlamda doğrular nitelikte bir yapım. 



Dizi için şimdiden, bizim evde ciddi oranda merak uyandırdığını, izlediğimiz bölüm bittiği an, bir sonraki bölüm için teaser arayışlarına girdiğimizi söyleyebilirim. Hatta favori karakterimiz bile mevcut. Evet, biz o hemşire kılıklı hilkat garibesini en vahşice nasıl ortadan kaldırabileceğimize dair şahane planlar yapıyoruz :)))


Konu öyle dünyayı baştan yaratıyoruz, en mükemmeli biz sunuyoruz tadında değil elbette... Olan biten, dışarıdan bakınca mükemmel gözüken, insanların şahane hayatlar sürdüğü, herkesin mutluluktan son nefesini vermek üzere olduğu bir Amerikan kasabasının, arka sokaklarında neler döndüğü, bu kasabaya bir kez girenin bir daha çıkmasının mümkün olmadığı, acayip zaman kaymaları ve fazlasıyla yanmış kafalardan ibaret aslında... Ama dizi için seçilen cast bence öyle başarılı ki az önce de bahsettiğim gibi daha yolun başındayken kendinize favori karakter dahi seçmeniz mümkün. 





Senin için bu dizinin en cazip tarafı nedir diye sorarsanız, hemen alacağınız cevap merak uyandırması olurdu. Evet dizi bir sonraki bölümünü merak ve ekstra heyecan içerisinde bekletmekte. FOX ekranlarından her Perşembe akşamı izleyicisine merhaba diyen bu diziyi, sizler elbette malum ortamlardan rahatlıkla takip edebilirsiniz.


Güneşin bir türlü yüzünü göstermediği şu kasvet dolu günlerde, hayatınıza biraz heyecan ve gerilim katmak isterseniz doğru adresteniz. Şimdiden iyi seyirler.

^.^
Sevdiğim filmler ve oyuncular arasında Reese Witherspoon'a pek yer yoktur. Kendisini her gördüğümde, anlamdıramadığım bir samimiyetsizlik duygusu hissederim, oyunculuk performansı ise klasik Hollywood romantik-komedi tarzından pek öteye değildir benim için. 

Ancak bütün bu ön yargılarım, geçtiğimiz Oscar ödülleri döneminde, kendisinin başrol oynadığı ve gayet başarılı bir performans sergilediği Wild'ı seyrettikten sonra bir nebze azalmıştı. Hatta gözüme daha az sinsi gözüktüğünü bile söyleyebilirim. :)))




Ancak bu hayatta büyük konuşmamak gerektiğini, çok bilmiş bilmiş kurduğun bütün cümlelerin sana evren tarafından afiyetle geri yedirildiğini bir kez daha anladım. Hem de baya sağlam anladım...
Geçen hafta evde grip dolayısıyla pineklerken, film seyretmeye karar verip, sadece adı dikkatimi çektiği için izlemeye karar verdiğim bir film oldu; ''The Good Lie''



 İnsanlık tarihinin en utanç verici hikayelerinden biri olan, Sudan'daki iç savaştan kaçıp, yolu Amerika'ya düşen 4 mülteci arkadaş-kardeşin muh-te-şem hikayesini anlatıyor film. Reese Witherspoon başrolde, göz dolduran bir oyunculuk sergiliyor.
Tarihe, ''Lost boys of Sudan'' adıyla geçen bu dramatik olaydan esinlenerek hazırlanan film, kardeşlik, dostluk, insanlık, barış gibi kavramları sorgulamınızı sağlayacak cinsten.
Sudan'da süren iç savaş zamanı yaşadıkları büyük travmalar sonrasında, yolları Amerika ile kesişen mültecilerin modern dünyamıza ayak sağlamaya çalışırken yaşadıkları zorluklar sizi hem güldürecek hem de bir hayli düşündürecek.




Malum ortamlardan da kolaylıkla ulaşabileceğiniz bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

^^.^^
Uzun süren sessizliğime, son zamanlarda en ayılıp bayldığım semt olan Moda'nın, yine son zamanlarda en ayılıp bayıldığım mekanı olan Volare'yi sizinle paylaşarak son vermek istedim.


Ben en son Karaköy dolaylarından bildirirken, İstanbul'umuzun nadide semtlerinden Moda hattında oldukça hareketli günler yaşanmakta. Birbiriri ardına açılan kafeler, butikler vs. ise bunun en büyük kanıtı.
İşte bu furyanın son temsilcilerinden Volare, butik-kafe anlayışıyla hayata geçirilmiş, rengarenk, bol çeşitli, bir o kadar da lezzetli bir dükkan. 



İçerisi daha vitrinden başlayarak yüzünüzü güldürecek kadar renkli ve keyifli ürünlerle bezenmiş vaziyette. Tasarım ürünlerden, workshop aktivitelerine kadar uzanan bol seçenekli bir yelpazeye sahip Volare...




Neredeyse her köşesi başka bir renk ve ayrıntıyla donatılmış, el yapımı ürünler, keçe oyuncaklar, seramik eşyalar, cam tasarımlar bir köşeden size merhaba demek için beklemekte.





Hazır bahar gelmiş, havalar ufaktan ısınmaya başlamışken, bir Moda turu planlayacağınızdan şüphem olmadığı için, oralara kadar gitmişken Volare'nin renkli dünyasına göz atıp, muhteşem tatlılarının tadına bakmayı ihmal etmezsiniz diye düşünüyorum.



Mekan hakkında daha detaylı bilgiye www.volaremoda.com adresi üzerinden ulaşabilirsiniz.

^^.^^





Dizisizlikten ölecek hastalığına tutulduğum son günlerde, zorunlu tercihimi, filmlerden yana kullanıyorum. Bu bağlamda, izleyip bitirdikten sonra hakkında yazmayı düşündüğüm fazlaca film elimde birikti lakin tercihimi You're Not You'dan yana yapmaya karar verdim.
Bilenler bilir, sıkı bir Shameless takipçisiyimdir. Bütün karakterlerine ayrı hasta olmakla birlikte Fiona'yı canlandıran Emmy Rossum kızımızı, anlık zavazingolarını paylaştığı instagram hesabı üzerinden de takip etmekteyim. Sözü uzatmadan, bu kızımız son aylarda instagram hesabı yoluyla rol aldığı bir filmden kareler, galadan enstanteler falan paylaşmaktaydı. İşte benim You're Not You ile tanışmam tam da bu şekilde oldu.


İlk etapta, filmin vizyona girdiğinden haberdardım ancak ne fragmanını seyretmiştim, ne Hilary Swank dışında bir oyuncuya denk gelmiştim, ne de konudan haberdardım. Ama benim için Emmy Rossum iyi bir referanstı ve yakaladığım ilk fırsatta filme bir şans tanıdım.
Az önce de bahsettiğim gibi filmin konusuna dair en ufak bir fikrim yoktu hatta boş zaman öldürülecek cinsten klasik bir Hollywood romantik komedisi zannediyordum ki filmin sonunda burnumu çekmekten helak olmuş bir halde buldum kendimi.
You're Not You, ALS hastalığına dikkat çekmek, hastaların ve hasta yakınlarının yaşadıkları zorlukları, hayal kırıklıklarını ve zorlu mücadeleyi gösterebilmek için çekilmiş bir film. Hatta son zamanlarda tüm dünyada bir akım haline gelen, ülkemiz ünlüleri tarafından da bir çeşit eğlence stili olan kovayla buz dökme hadisesinin, hastalığın ciddiyetiyle boy ölçüşemeyecek kadar hafif kaldığına tanık olabilmeniz için de mükemmel bir fırsat diyebilirim.


Başrollerini, Hillary Swank ki kendisi gerçekten Oscar'lık bir performans sergilemiş. Hastalığa ait detayları müthiş bir incelikle canlandırıp, seyirciye aktarmış, Emmy Rossum ve dizi kültürümün ilk senelerine damga vuran Las Vegas'ın yakışıklısı Josh Duhamel paylaşmakta.


Film için gönül rahatlığıyla, ''tadında'' benzetmesini kullanabilirim. Örneğin demin de bahsettiğim gibi Hillary Swank üzerine düşeni tam tadında yerine getirmiş ve müthiş bir performans sergilemiş. Emmy Rossum adeta Fiona olarak, Shameless setinden çıkmışta buraya dahil olmuş gibi tadında ve keyifli bir rol çıkarmış. Josh Duhamel ise zaman zaman kendine kızdıran ama çoğunlukla empati yaptıran rolüyle asla abartıya kaçmadan rolünün hakkını vermiş.






Anı yaşamanın ne denli mühim olduğunu, hayatımızın elimizden akıp gitmesinin saniyeler dahi sürmeyeceğini, sağlığın önemini, als ile yaşamının asla hafife alınmayacak bir durum olduğunu anlatmanın daha güzel bir yolu olamazdı diye düşünüyorum. Hiç vakit kaybetmeden bu filmi muhakkak görmeniz gerekenler listesine ekleyin ve keyfini çıkarın.

Şimdiden iyi seyirler ...

^.^


Yok artık kesin karar verdim, benim en sevdiğim mevsim kış. Yok göbeğim çıkmış, popom büyümüş derdine düşmeden aynı anda hem coolluktan ölürken hem de ne kadar fazlalığımız varsa saklama imkanı buluyoruz.

Örneğin bu sezon sahalara fırtına gibi dönen pançolar bu durum için biçilmiş kaftan.


İster taytlarla, ister jeanlerle kısaca canınız neyle isterse kombinlemek mümkün.




Zaten halihazırda çoğu marka bu sezon koleksiyonlarında birbirinden şık ve kullanışlı pançolara yer vermişler.


Özellikle içerisinde bulunduğumuz bu sonbahar aylarında, henüz montlara, kabanlara saldırmamışken, akşam üstü serinliğinden korunmak için daha iyi bir alternatif düşünemiyorum.

Sizlere fikir verebilmesi açısından, birkaç stili biraraya getirdim. Karar sizin :)))



^.^





Ben boşuna demiyorum ne varsa kış mevsiminde var diye. Yaz boyunca daracık, minicik kıyafetler yüzünden pörtleyen, taşan yerlerimizi saklayacağız diye milyon takla atarken, kış mevsiminin yüzünü göstermesi ile birlikte, gelsin kat kat giyinmeler, lahana bebek gibi gezmeler diye davul zurna çalabiliriz.




Göbeğimizi sarıp sarmalayan fazlalıkları, popomuza yapışıp, biiir türlü peşimizi bırakmayan yağcıkları kamufle etme mevsimi gelmiştir, dosta düşmana ilan olsun sevgili okur.



Bütün bu güzellikler yetmezmiş gibi bir de üstüne canımız ciğerimiz modacılarımız, bizler için bu kış extra extra büyük beden paltoları yani moda dünyasındaki deyimiyle Oversized Coat'ları moda etmişler de kendilerine sevaplardan sevap beğenmişler. Ben mağazaların yeni sezon modellerini incelerken birbirinden güzel örneklere rastladım. Her türlü stil tercihiniz için rahatlıkla kombinleyebileceğiniz bu parçalar, bu mevsim adeta kurtarıcımız olacağa benziyor.
İsterseniz hafta içi ofis şıklığınızla tamamlayabileceğiniz, ya da hafta sonu rahatlığınızın son dokunuşu olarak kullanabileceğiniz bu paltolar için, stil önerisi olabilecek birkaç örneği sizler için toparladım. 










Daha fazlasını görmek isterseniz sizi hemen Pinterest adresimdeki, Trend:Oversized Coat klasörüme alabiliriz.

^.^
Yine yeniden bir yaz dönemi dizisi. Bu kez bir aile draması ile karşı karşıyayız.
Amerika'nın kablolu kanallarından USA Network tarafından geçtiğimiz Temmuz ayında yayınlanmaya başlanan ve kısa zamanda oldukça ciddi bir kitlenin dikkatini çeken bir yapım olmayı başaran Satisfaction'ı inceliyoruz.


Dizinin konusu Atlanta'da yaşayan 3 kişilik bir ailenin yaşantısından oluşmakta. Ancak elbette herşey bu kadar basit değil. Oldukça başarılı işkolik baba Neil, ofisinden arta kalan zamanlarında evinde de çalışmayı sürdürerek, mutsuzluğu yüzünden okunan karısı Grace ve tipik sorunlu ergen profili çizen kızları Anika'ya asla yeterli zamanı ayıramamaktadır. Bu durum elbette başta karı-koca ilişkisi olmak üzere tüm karakterler arasındaki ilişkiyi olumsuz yönde etkilemektedir.


Neil'in iş hayatında yaşadığı sonsuz baskı ve stresin onu neredeyse delirip istifa etme noktasına getirdiği bir dönemde, karısı Grace'in yaşadığı duygusal ve cinsel tatminsizlikler sonucu kendisine bir Simon adıyla tanıdığımız bir jigolo tutması ve eşinin bu durumdan haberdar olması ile gelişen olaylar zaman zaman komik ama çoğunlukla dramatik bir tarzla seyirciye aktarılmış.


Kadın-erkek ilişkilerini oldukça farklı ve cesur bir üslupla ele alan dizinin 1. sezonunun 10 bölüm sürmesi ve sezon finalini 18. Eylül'de yapması planlanmış. Benim diziyi geç keşfettiğimi bu şekilde anlamış olsakta, en kısa sürede izlemeye başlamanızı tavsiye edebilirim.
Sıradan aldatma-ihanet hikayelerinin aksine içerisinde bolcana şaşırtıcı detaylar barındıran Satisfaction şimdiden fenomen olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyor.
Deneyin pişman olmayacaksınız.



^.^